İskeçe’de, 1944’te start alan bir hikâye… Sonrasında Celal Bayar adına verilen bir bursla Türkiye’de eğitim… Erman Film Stüdyoları’nda sinema denen o büyülü uğraşla ilk temaslar, kurgucu unvanıyla atılan ilk adımlar, Yılmaz Güney gibi bir büyük fenomenle tanışıklık, onun filmlerinde yardımcı yönetmenlik derken kamera arkasına geçiş ve kendi kuşağının en önemli yaratıcılarından biri olarak sayısız filme imza atan bir isim… 

Evet, sinemamızın çalışkan, mahir, üretken ve yerelden evrensele uzanan en önemli yaratıcılarından biri olan Şerif Gören’den bahsediyorum. Yani bizim için her daim ‘Şerif Abi’ olarak tanımlanan, seslenilen, saygı ve sevgi duyulan özel bir kişilikten. Bugün 78’ini devirmiş, 79’un da orta sahasına girip ilerisine doğru hamlelerde bulunan sevgili Şerif Abi’miz ortaya çıkardığı onca yapımla, görüntülerle, kadrajlarla birçok kuşağın hafızalarında sağlam bir yer edinmiştir. Filmografisini bakıldığında onu en doğru tanımlayacak ifadelerin iyi bir öykü anlatıcısı olması, sürükleyici anlatımıyla seyirciyi hemen içine çeken yapıtların usta yönetmeni unvanı ve en önemlisi teknolojinin çok çok uzak bir mesafede olduğu sinemasal evrenimizde, kendi becerileriyle doğada geçen ve insanlığa zorluk çıkaran afetleri perdemize taşıyabilme kıvraklığı ve zekâsıdır… Şöyle bir tanımlamaya gideyim; Şerif Gören sinemamız adına ‘Doğanın dengeleri’yle oynayan nadir yönetmenimizdir! Bu parantez üzerinden yürürsek sinema denen sanatının farklı teknikler üzerine inşa edilmesi gereken öykülerini, kıt kanaat imkânlar içinde kendi yorumuyla bu topraklara taşıdı ve ‘Köprü’ ‘Deprem’, ‘Nehir’, ‘Tomruk’, ‘Kurbağalar’, ‘Yılanların Öcü’ gibi yapıtları çekti. 

‘Şerif Abi Külliyatı’ içinde tabii ki sadece bu türden adımlar yoktu, bir zamanlar ‘resmi ideoloji’ tarafından hor görülen ‘Arabesk’in yıldızlarını da o sinemaya perdesine yansıttı, Orhan Gencebay’lı, İbrahim Tatlıses’li filmleri seyirciyle buluşturdu. Sinemamız adına değeri daha sonraları anlaşılıyor gibi görünen ‘absürt mizah’a yine onun ‘Abuk Sabuk 1 Film’i öncülük etti. Gurbetçilerin dramları da onun filmografisinde karşılığını buldu, 1979’da ‘Almanya Acı Vatan’ı, 1988’de de ‘Polizei’yi çekti. Özellikle Kemal Sunal’lı ‘Polizei’ hem saf bir gurbetçinin kendi yakın çevresi tarafından duygularıyla oynanarak sömürülmesi hem de bir üniformayla değişen psikolojisi ve iyiden gücün karanlık tarafına geçişini yansıtması bakımından önemliydi. 

Sistemin pek de yakınlık duymadığı bir dünya görüşü vardı ve elbette bu, coğrafyanın kaderi ve gerçeği olarak onun da kapısını çalacak, 12 Eylül zamanı hapse atılacak, işkence görecek ve hesapta inancından, dünyaya bakışından ve Türkiye’deki düzene başkaldırmasından dolayı cezalandırılacaktı. Darbenin ilanından dört gün sonra gözaltına alınan Gören, 98 günlük bir sürecin ardından Davutpaşa Cezaevi’nde de üç buçuk ay kaldı ve çıktıktan sonra ‘Yol’u çekti.  

Öte yandan cunta döneminin yarattığı yeni sosyoloji, kabuk değiştirmeye başlayan toplum, düzenin ara arterleri gibi meseleler ‘Güneşin Tutulduğu Gün’, ‘Beyoğlu’nun Arka Yakası’ ve ‘Sen Türkülerini Söyle’ gibi filmlerinde kıyıya vurdu; kadın meselesini Türkan Şoray’lı ‘On Kadın’la peliküle taşıdı. 

Tabii ki Şerif Abi’nin kariyerindeki en uç nokta ‘Yol’ oldu. İçeride yatan Yılmaz Güney’in projesini hayata geçirdi ve bir grup mahkûmun bayram izniyle birlikte kendi geçmişleriyle hesaplaşmalarını ve aslında ülkenin koca bir hapishane olduğu gerçeğiyle yüzleşmelerini anlatan bu yapım, nihayetinde Cannes’da ‘Altın Palmiye’yi Costa-Gavras’ın ‘Missing’iyle paylaşırken bu ödüle ulaşan ilk Türk filmi oldu. Ayrıca darbe dönemi ‘Yol’u çekmek ve ondaki aydın cesaretini ve vicdanını gösteren önemli bir veriydi.  

Şerif Gören’in bir başka önemli yanı imza attığı yapımlarda sinemamızın öne çıkmış isimleriyle çalışmasıdır: Türkan Şoray, Yılmaz Güney, Tarık Akan, Hülya Koçyiğit, Şener Şen, Fatma Girik, Kadir İnanır, Cüneyt Arkın, Müjde Ar, Fikret Hakan, Şerif Sezer, Necla Nazır, Nur Sürer, Talat Bulut gibi…   

Bir de Şerif Abi’nin dostluğundan bahsetmem gerekiyor… Özellikle festival ortamlarında yeşeren bu dostluk onun esprili, sarkastik kişiliği ve yaklaşımları, her biri sinema tarihimizde yer edecek özel anılarıyla derinlik kazanan bir yapıya büründü. Her daim neşesini koruyan Şerif Abi, aynı zamanda kuşağının sanırım yeni seslere, genç meslektaşlarına en çok ilgi gösteren yönetmenidir. Festivallerde yarışan hemen her filmi izler, ‘resmi’ olmasa da (!) olumlu ya da olumsuz yargılar içeren görüşlerini biz ‘sinema yazarları çetesi’yle paylaşır. Ayrıca çok iyi bir futbol izleyici ve Beşiktaş taraftarıdır; hatta Antalya Film Festivali’nde kendisine verilen ’50. Yıl Özel Ödülü’nü aldıktan sonra, “Asi bir delikanlı olarak girdiğim sinemada sansüre karşıyım, Amerikan tröstlerine, sinema tekellerine, darbeye, işkenceye karşıyım. İçimdeki oto sansüre de karşıyım. Onun için Çarşı’yım" şeklinde bir konuşma yapmış ve ceketinin içine giydiği Beşiktaş taraftar grubu Çarşı’nın tişörtünü göstermişti. 

Şerif Abi kuşağının nadide parçalarından, ona olan tüm sevgi ve saygılarımla yazıma son noktayı koyuyorum. İyi festivaller dileklerimle… 

Uğur Vardan 
Sinema Yazarı 
Istanbul, Şubat 2023